Kur’an’da Olmayan Hurafe İnançlar ve Gerçek Din Anlayışı

 İslam, kaynağını Kur’an-ı Kerim’den alan saf bir inanç sistemidir. Fakat tarih boyunca bu saf kaynak, farklı kültürler, gelenekler ve mitlerle harmanlanmış, zamanla “dinî” algısıyla halk arasında yerleşmiş hurafe uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu hurafeler, çoğu kez Allah’a teslimiyetin önüne geçerek insanları akıldan, özgür iradeden ve Kur’an’ın asıl mesajından uzaklaştırmıştır. Bugün hâlâ birçok insanın günlük hayatında yaşattığı pratiklerin aslında Kur’an’da hiçbir karşılığı yoktur.

Kur’an’ın temel vurgusu açıktır: Allah’tan başka sığınılacak, koruyucu kabul edilecek, dilek dilenecek bir güç yoktur. İnsan, kendi aklı ve iradesiyle seçim yapmakla yükümlüdür. Buna rağmen nazar boncuğu, türbelere adak adama, falcılık, burç yorumları ya da muska taşımak gibi uygulamalar halk dindarlığının bir parçası hâline gelmiştir. Bu yazıda, Kur’an perspektifinden bu tür inançların neden hurafe olduğunu inceleyeceğiz.

Kur’an’ın Ölçüsü ve Hurafeler

Kur’an’da “kader” kavramı ölçü, düzen ve yasa anlamına gelir. Allah, evreni bir ölçü ile yaratmış ve her şey bu düzene göre işlemektedir:

“Biz her şeyi bir ölçüye (kader) göre yarattık.” (Kamer, 49)

Bu ayet, Allah’ın evrendeki ilahi düzeni kurduğunu ifade eder. Ancak bu, insanların hayatındaki her ayrıntının önceden yazıldığı ve seçim hakkının olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Kur’an’da insanın özgür iradesine sıkça vurgu yapılır:

“Kim doğru yolu seçerse, kendi lehine; kim saparsa, kendi aleyhine sapar.” (İsrâ, 15)

Bu perspektiften bakıldığında, hurafelerin en büyük problemi, bireyin sorumluluğunu ortadan kaldırmasıdır. İnsan çoğu zaman hatalarını “kaderim böyleymiş” veya “muska taşımasaydım başıma gelirdi” gibi açıklamalarla meşrulaştırmaya çalışır. Oysa Kur’an, insanın kendi seçimlerinden sorumlu olduğunu açıkça bildirir.

Hurafelerin bir kısmı, eşyalara kutsallık atfetmekle ilgilidir. Nazar boncuğu, tılsım ya da muska gibi objelerin insanı kötülüklerden koruyacağına inanılır. Ancak Kur’an, korunmanın tek adresini işaret eder:

“De ki: Ben, insanların Rabbine sığınırım. İnsanların Melikine, insanların İlâhına.” (Nâs, 1-3)

Başka bir deyişle, boncuklar veya muskalar değil; yalnızca Allah’a yöneliş insanı korur.

Benzer şekilde türbe kültürü de İslam’a sonradan eklenmiş bir uygulamadır. İnsanların türbelere bez bağlaması, dilek dilemesi ya da ölülerden yardım istemesi, tevhit inancıyla bağdaşmaz. Kur’an, ölülerle değil, yaşayan insanlarla konuşur; mesajını hayata ve sorumluluk bilincine yöneltir.

Hurafelerin toplumlarda bu kadar kök salmasının birkaç temel nedeni vardır. Birincisi, insanların Kur’an’ı anlamadan sadece ritüel düzeyinde yaşamalarıdır. Bu bilgisizlik, yanlış uygulamaların kolayca “din” olarak görülmesine yol açar. İkincisi, gelenekçilik baskısıdır; birçok kişi “atalarımızdan böyle gördük” diyerek sorgulamadan hurafelere sarılır. Üçüncüsü, psikolojik ihtiyaçlardır. İnsan belirsizlikten korktuğu için uğurlu objeler, muska ya da fal gibi uygulamalarla kendini güvende hissetmeye çalışır. Dördüncü neden ise menfaat unsurlarıdır. Ne yazık ki bazı kişiler hurafeler üzerinden toplumdan çıkar sağlamış, din adına sahte uygulamaları yaygınlaştırmıştır.

Bu noktada modern dönem tefsircilerin eleştirileri oldukça önemlidir. Örneğin Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Kur’an’ın dediği din ile halkın yaşadığı din arasında dağlar kadar fark var. Bu farkı yaratan şey hurafelerdir.” derken, İslam’ın özünden nasıl uzaklaştırıldığını açıkça ortaya koymuştur.

Prof. Dr. Mehmet Okuyan da aynı çizgide, “Kur’an’da yeri olmayan hiçbir inanç, dinin parçası olamaz. Fal, muska, türbe kültü, bunların tamamı insan eliyle üretilmiştir.” ifadesiyle konunun özünü dile getirir. Onun yaklaşımında, hurafeler dini güçlendiren değil, aksine yozlaştıran unsurlardır.

Mustafa İslamoğlu ise hurafeleri “dine Allah’tan değil insandan bulaşan yabancı unsurlar” olarak tanımlar. Bu yorum, hurafelerin kaynağının kültürel ve toplumsal şartlar olduğunu, Kur’an’ın ise bu tür yabancı unsurları reddettiğini vurgular.

Hurafelerin reddi için yapılması gereken, Kur’an’ın ışığında dinî bilinci yeniden inşa etmektir. İnsanların doğrudan Kur’an’a yönelmesi, onu sadece okumakla değil anlamak ve hayatına uygulamakla mümkün olur. Kur’an, “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, kalplerde olana şifa, inananlar için hidayet ve rahmet geldi.” (Yûnus, 57) ayetiyle, dinin amacını hatırlatır: kalpleri arındırmak, doğruya yöneltmek ve rahmet sunmak. Hurafeler ise bu amaçtan uzaklaştırır.

Hurafeler, çoğu zaman iyi niyetle ortaya çıkmış gibi görünse de dinin özünü gölgeleyen, Kur’an’ın mesajını perdeleyen uygulamalardır. Falcılık, türbe kültü, muska ve nazar inancı, ölüm sonrası uydurma ritüeller… Bunların hiçbirinin Kur’an’da yeri yoktur. Aksine Kur’an, insanın özgür iradesine, aklına ve bireysel sorumluluğuna sürekli vurgu yapar.

Kur’an perspektifinden bakıldığında, hakiki din Allah’a teslimiyet ve sorumluluk bilincidir. Hurafeler ise bu özün üstüne sonradan eklenen bir sis tabakasıdır. Yaşar Nuri Öztürk’ün ifadesiyle, “hurafeler dini Allah’tan değil insandan öğrenmenin sonucudur.” Mehmet Okuyan’ın sözleriyle de “Kur’an’ın kaynağına dönmedikçe hurafeler bitmez.”

Bugün Müslümanların en büyük görevi, hurafelerden arınmış saf dine yönelmektir. Bu, Kur’an’ı anlamaya çalışmakla, hurafelerin yerine vahyin rehberliğini koymakla mümkündür. Unutulmamalıdır ki Kur’an ölülere okunmak için değil, yaşayanlara yol göstermek için indirilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalbi Daralanlara İlahi Cevap: İnşirah Suresi

Kur’an Ahlakı Nerede Yaşanıyor? Gerçek İslam Kimde Görünüyor?

Reflecting on Key Qur’anic Verses: Wisdom from Sad, Rahman, Al-A’raaf, and Tegabun