Kur’an Ahlakı Nerede Yaşanıyor? Gerçek İslam Kimde Görünüyor?

Kimi zaman bir ülkeye bakıyoruz; minareler göğe yükseliyor, ezan sesleri semayı kaplıyor, insanlar kalabalık camilerde saf tutuyor. "İşte burası İslam ülkesi" diyoruz. Ama sonra başka bir ülkeye bakıyoruz; ne ezan sesi var ne de cami. Fakat insanlar birbirine karşı saygılı, dürüst, çalışkan ve adaletli. Bu çelişki düşündürücü değil mi?

Kur’an ahlakı sadece namaz, oruç, tesettür ya da bazı ritüellerle sınırlı değildir. Kur’an, yalan söylememeyi, adaletten şaşmamayı, yetimin hakkını yememeyi, kul hakkına dokunmamayı, rüşvet almamayı, kibirlenmemeyi, alçakgönüllü olmayı emreder. Bunların hangisi sadece Müslümanlara değil ki? Bunlar evrensel değerlerdir. Ancak Müslüman olduğunu söyleyen toplumlarda bu değerlerin ne kadar hayata geçtiği ayrı bir sorudur.

Bugün bakıyoruz, bazı Batı ülkelerinde hukuk sistemi güçlü, insanlar devlete ve birbirine güven duyuyor. Sokakta kaybolan bir cüzdan sahibine ulaşıyor, birisi yere düşünce insanlar yardım etmek için koşuyor. Özgürlükler, insan hakları, hayvan hakları… Bunlar, bir İslam toplumunda olması gereken şeyler değil mi aslında? Kur’an, insanın onurunu yücelten, adaletle hükmetmeyi emreden bir kitap değil mi?

Öte yandan birçok Müslüman ülkede yolsuzluk, adam kayırma, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, kadına şiddet, eğitimde adaletsizlik gibi sorunlar kronikleşmiş durumda. İslam’ı sadece kimlik olarak taşıyan ama onun ruhunu yaşamayan milyonlar var. Bu da bizi şu soruya getiriyor: Gerçekten Kur’an’a göre yaşamak, sadece Müslüman olmakla mı ilgilidir?

Hz. Peygamber (s.a.v), ahlakı tamamlamak için gönderildiğini söylüyor. Yani dindarlığın özü, güzel ahlaktır. Namaz kılan ama insanlara kötü davranan birinin, Kur’an’daki dindarlık tanımına ne kadar uyduğu tartışmalıdır. Çünkü iman, kalpte başlar ama davranışla tamamlanır.

Bazı endekslerde (Islamicity Index gibi) Müslüman ülkeler, İslami değerleri yaşamakta geride kalırken, İskandinav ülkeleri veya Yeni Zelanda gibi ülkeler adalet, dürüstlük, şeffaflık gibi konularda daha yukarılarda yer alıyor. Bu da gösteriyor ki mesele, lafzî bir İslam değil; yaşanmış bir İslam’dır.

Sonuç olarak mesele şu: Gerçek anlamda Kur’an’a uygun bir hayat mı yaşanıyor, yoksa yalnızca kimlik olarak mı taşınıyor? Camiler dolup taşarken adalet boşsa, oruçlar tutulurken haksızlıklar sürüyorsa, demek ki eksik olan ritüel değil, ahlaktır. Ve belki de bu yüzden, Kur’an ahlakı Müslüman olmayan bazı toplumlarda daha çok kendini gösteriyor.

İsimler değil, yaşananlar belirler ne kadar Müslüman olduğumuzu. Ve belki de asıl sorgulamamız gereken şey tam da budur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Reflecting on Key Qur’anic Verses: Wisdom from Sad, Rahman, Al-A’raaf, and Tegabun

Gerçek İslam’ın Üstünü Örten Perde: Sahte Din Anlayışı ve Çarpıtılmış Dindarlık